ekim çürüğü

Sevdiğim kadınlar oldu, her biri ayrı bir yara, ayrı bir tuhaflık. O kadar çok severken, kaybolduğumuzu fark etmedim. Bir anda başımı döndüren o bakışları, o tenleri, birer başka dünyadan gibiydi. Sanki birer cennet gibiydiler, ama aynı zamanda birer cehennemdi de. Çünkü o kadınlar, her birinden farklı bir şeyler bekledim, ama bir şekilde bir boşluk bırakarak gittiler. Her biri, en derin yerimde bir iz, bir yara açtı ve her seferinde kayboldu, bir daha geri dönmemek üzere.

 

Onların gülüşlerini hatırlamıyorum, kokularını hatırlamıyorum, ama hepsi o kadar geride kaldı ki, o anları da bir nevi unuttum. O kadınlar, tıpkı bir parça hüzün gibi, bir anlık arzu gibi kalıp kaybolmuşlardı. Çünkü ben, onlara ne kadar dokunsam da, ne kadar sevsem de bir türlü yakalayamadım. Belki de ben hiçbir zaman gerçek anlamda birini sevmedim, ya da belki de sevdiğim kadınlar, sadece beni sevmediler. Ama bir şekilde, o kadar çok kaybolduk ki, kimse kimin peşinden gitmedi.

 

Ve şimdi, düşününce, o kadınlar birer anı, birer yanılgı haline gelmiş gibi. Gerçekten sevdim mi onları, yoksa birer hayal miydiler? İçimde hep bir eksiklik var, çünkü her birinin geriye bıraktığı sadece birer parçaydı. Birinin sesi, birinin bakışı, birinin kokusu… Ama hiçbirinin tam anlamıyla içime işlediği, derinlere kazındığı yoktu. Bütün o kadınlar, hepsi sadece birer geçiş oldu. Hepsi birer anıydı, birer boşluk.

 

Sonra düşündüm, belki de sevdiğim kadınlar, bana ait değilmişti. Belki de ben, onlara ait olamazdım. Kimse kimseyi gerçekten sevemez, belki de sevmek sadece bir yanılsamadır. O kadınlar, hiçbiri bana bir parça mutluluk getirmedi. Yalnızca kalbimi daha derin bir çukura itti, yalnızca daha çok kaybolmama neden oldular. Birer hatıra oldular. Yavaşça yok oldular, her biri tek bir anlık dokunuşla ve geriye sadece boşluk kaldı.