İnsanın mutfağı insanı terk eder mi ya?
Beraber yedik, beraber içtik. Oturduk dertleştik, sabahlara kadar sustuk bazen. İyi günlerimiz oldu, kötü günlerimiz de… Ama gitti işte. Sinsice değil, patır patır. Dolapları boş bıraktı, rafları çıplak. Kettle’ın fişini bile çekmiş.
Dedim ki "Mutfak, sen iyisin, hoşsun ama ben seni yorarım. Beklentilerini karşılayamam, seni ihmal ederim." Umursamadı tabi. Kendi kendine "Ben değişmem, beni böyle sev" diyen bir ev mobilyası ne kadar umursamaz olabilirse, o kadar umursamazdı.
Önce küçük şeyler fark ettim. Çaydanlık artık suyu kaynatmak istemiyordu. Ocağın alevi kısık yanıyordu, sanki içinden gelmiyordu. Buzdolabı ise içeridekileri gereksiz bulup çürütmeye başladı. Önceden sevdiği yemekleri bile beğenmiyordu artık. Eskiden bayıldığı makarnayı bile "Bunu hâlâ mı yapıyorsun?" bakışıyla karşıladı.
Bir gün, fark ettim ki mutfak dolapları bana sırtını dönmeye başlamış. Tabakları arıyorum, yok. Çekmeceler boş. Sandalyeler bana küsmüş, üst üste yığılmış, sanki biri onları teselli eder gibi. En son baktım, kahve makinesi kendini fişten çekmiş. Küsmüş. "Artık bu evde uyanık kalmak istemiyorum" demiş gibi.
Sonra bir sabah kalktım ve her şey gitmişti. Mutfak duvarları bile daha çıplak görünüyordu. Eskiden üstünde asılı duran kepçeler, spatulalar… hepsi uçmuş. Çekmecelerde bir tek kırık bir çay kaşığı kalmış. Onu da son bir not gibi bırakmış belli ki.
Bakkala gidip bir şeyler alayım dedim, elim poşetleri bile tutmak istemedi. Çay yapmak için su koydum, kettle hâlâ oradaymış gibi davrandım ama yoktu işte. Boş masaya oturdum, yıllarca benimle yaşayıp, benim için kaynayan, benim için pişiren, benimle çay içen mutfağım artık yoktu.
Edermiş.