terk etmenin algoritması

Terk etmek, öyle bavul toplayıp kapıdan çıkmakla olmaz. Önce her şeyini koyarsın ortaya, iliklerine kadar batarsın o yere. Yoksa gittiğin yer sadece bir istikamettir, terk etmekse ceset gibidir; kalır ama yoktur. Gitmek dürüsttür, terk etmek sahtekâr.

Ne fark eder neyi bıraktığın? Bir çiçeği sulamayı bırakmak da terk etmektir, bir mezara su dökmemek de. İnsanları, kitapları, duvarları, işleri, hayalleri... Kendini bile terk edersin. Üstelik en basiti de budur; bir sabah uyanıp aynaya bakmazsın mesela, gözlerinin altındaki çukuru görmezsin. Öylece kaybolursun, içinin labirentlerinde, yolunu bulamayacak kadar.

Pazartesi sabahları vardır bir de; içi boş, suratsız. Pazar geceleri, mide bulantısı gibi... İşte tam o an başlar terk etmenin ritüeli. Düşünmeye başlarsın; olmayanları, olamayacakları, bir zamanlar sandıklarını. Ve sonra bırakırsın kendini, çünkü sistem böyledir. Terk etmek kaçmaktır. Kaçmaksa sahte de olsa işe yarar.

Ama ben kaçmadım. Hiçbir yere ait olmadım ki gitmem gereksin. Sadece bulundum. Kalabalıklarda görünmez, aynalarda silik, kendime bile yabancı.

İntihar dediğin illa ki kanla yazılmaz, bazen sessiz olur. Kendini terk edersin mesela, en acı vereni odur. Umutlarını, kahkahalarını, çığlıklarını başkalarının keyfine bırakırsın. Ve farkına bile varmadan ölürsün.

Ama yine de... Neysen o ol. En azından bir kere.