Bu aslında çok uzun bir yazı, çünkü çok dallı budaklı. Buraya yazıyorum çünkü ne yapayım, yazdım, her yere yazdım, kâğıda, telefonun not uygulamasına, başka kâğıda, aklıma, ama yetmedi. Yetmez çünkü anlamıyorum.
Determinizmden başlayayım;
Determinizm:
Determinizm, belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik evrenin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla, örneğin fizik yasaları ile, belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu öne süren öğretidir.
Bu değişik "kader" yorumu bilime dayandığı için olayı farklı yerlere götürüyor. Her şey olması gerektiği gibi oluyor diyor yani.. Burada su çok bulanıklaşıyor... Suyun su olduğu belli, ama bulanık. Nasıl mı?
Stephan Hawking'in fikirlerinden bir tanesi de Big Bang'in tekrarlandığıdır. Yani en üstün körü anlatımla; patlama oluyor, evren oluşuyor, ardından geri içine çöküyor ve kısa bir süre hiçlikten sonra tekrar patlıyor. Bu döngüde evren her içine çöktüğünde hiçbir şey kalmadığı için zaman diye bir kavram da bırakamıyor... Çünkü varlık = zaman. Varlığın olmadığı bir ortamda zamandan söz edemeyiz diyor Einstein. Ama patlama ile beraber etrafa saçılan her madde beraberinde zamanı da doğuruyor. Ki zaman zaten varlıkla aynı şey olduğu için her maddenin hem kendi zamanı var, hem de toplu halde olduğu, birleştiği şey ile ortak bir zamana sahip oluyor. Yani dünyanın zamanı ayrı, ayın zamanı ayrı, güneşin ayrı, güneş sisteminin zamanı ayrı işliyor. Kütle de zamanı etkileyen bir durum, bu da büyük bir etken. Bu sebeple evrenin oluşumuyla, yani patlama ile beraber zaman(lar) da oluşuyor ve nihai çöküşle beraber zaman bitiyor.
Ne kadar spontane gibi gelse de aslında pek de öyle değil, entropinin de kendi içinde tutarlılığı var gibi... Çünkü şartlar (Deterministik düşünecek olursak) nasıl olması gerekiyorsa öyle olması gerektiğini söylüyor. Bahsettiğim şey; evrenin oluşumunda parçaların ebatı, konumu, kütlesi vb. değişkenler aslında bütün gidişatın formülünü kendinde barındırıyor. Eğer yeterli ölçümleri yapabilirsen bir el bombası fırlattığında spesifik konumdaki bir parçanın nereye, hangi hızda gideceğini bilebilirsin. Sadece kütle, konum, basınç, yoğunluk, yer çekiminin etkisi, fırlatılma hızı vb. gibi bir çok etkeni iyice hesaplamış olman gerekiyor hepsi bu. Evrende de iki gezegenin kütlesi, yoğunluğu, birbirlerine olan mesafesi vb. gibi bilgileri öğrendiğinde nasıl bir etkileşim kuracaklarını, etkileşimin sonuçlarını ve bunun gibi neredeyse bütün bilgileri hesaplayabilirsin. Sadece çok iyi düzey matematik, fizik bilgisi ve bolca zaman bunun için yeterli.
Konumuza gelecek olursak, her şeyin konumu ve zaman içindeki davranışı, hareketi zaten belli oluyor, bu da hesaplanabilir olmasına olanak sağlıyor. Buralarda bize doğrudan temas eden, psikolojimizle alakalı doğrudan bir şey yok gibi. Ama düşünmeye devam edersek olacak:
Dünya oluştuktan sonra, meteorlar ve asteroidler ile tanıştıktan sonra güneşten yeni kompuş alev topu olan gezegenimiz üreyerek ay olarak bildiğimiz uydumuz oluştu. Ayrıca bu gök cisimleri dünyaya su da getirdi. Böylece yavaş yavaş doğa oluşmaya başladı. Burada canlıları oluşturacak asıl olay RNA ların oluşması. Doğru ortamlarda mutasyona uğramış olan RNA ların da DNA ya dönüşmeleri, onların bir arada farklı birleşimlerinin tek hücreli canlıları, ve böyle böyle doğal yaşamı oluşturmaları. Evrenin içindeki atomların yolculuğu dünyanın oluşumuyla beraber çok daha kompleks olaylar olmasına vesile oldu sonra. Mesela sudaki o canlıların büyümesine, bazılarının karaya çıkmasına, bazılarının uçmasına... Buralarda bilinçli bir zihinden söz edemeyeceğimiz için ötekileştirebilirsiniz, yapmayın. Biz de çok farklı değiliz... Bu süreçte her parça kendi yolunda, kendi yapmak zorunda olduğu şeyde, kendi işinde gücünde. Patlamadan şu an anlattığım ve bundan sonra anlatacağım yerlere kadar her şey yapmak zorunda olduğu şeyi yaptı. Çünkü başka çaresi yoktu... Evrenin kuralları var sonuçta... Ne yapsınlar...
Var olan her varlık zorunlu değişime tabii. Hiçbir şey sonsuza kadar aynı kalamaz, evren bile kalamaz. Dünyada da değişimler oldu; bir canlı doğdu, yaşadı, öldü. Öldükten sonra reankarnasyon da diyebileceğiniz, vücudundaki parçaların her biri başka varlıklarla bütünleşmeye başladı.. Her parça başka bir varlığın bütünü oldu. Böylelikle önceki bütün, parçalar halinde dağılarak başka tümlerin bütünü oldu. Bir balığın parçalarının birazı yosun, birazı kuş oldu mesela... Onların parçaları da başka tümlerin bütünlerine karıştı vs...
Burada bize dokunan parçaya gelecek olursak; şu an evrenin var oluşundan beri yolculukta olan atomların, parçaların bir sürü minik anlarıyla kısa bir süre fiziksel varlığa sahibiz. Yani aslında bizi oluşturan her şey evrenle aynı yaşta... Biz de bu yüzden olmamız gereken zamanda olmamız gereken şekilde bir araya geldik... Biz de aynı diğer Her şey gibi yapılması gerekenleri yapacağız ve çark dönmeye devam edecek. Peki determinizm nerede patlatıyor? Şurda; bizim fiziksel varlığımız beraberinde bilinç de oluşturdu. Bilinç dediğimiz şey beynimizin içinde, yani fiziksel bir şeyin yetisi... Vücutta olan uyarıların hepsi orada yorumlanıyor ve beyin de görevini tamamlamak üzere varlığını sürdürebilmek adına yapması gereken ney ise onu yapmak üzere çalışıyor. Çalışmaktan kastım o bütünsel yapının içinde nöronlar çalışıyor... Çalışması için enerji sağlamaya çalışılıyor aynı zamanda... Burası bambaşka bir bataklık, oraya girmeyelim şimdi... Ama anladın galiba ne demek istediğimi... Dolayısıyla zihin=beyin de fiziksel bir yapı olduğu için onun da bir matematiği var. Birbiri arasındaki etkileşimleri ve bu etkileşimlerden doğan sonuçlar, input ve output verileri var. O zaman zihin de yapması gerekenleri yapıyor diyebiliriz... Yani zihin de yapmak zorunda olduğu şeyleri yapıyor (düşünmek zorunda olduğu şeyleri düşünüyor) çünkü aksi olsa onu yapmış olurduk ve böyle değil de öyle olurdu. Bu da karar veremediğimizi gösteriyor. Yani ney düşüneceğimizi seçemiyorsak o zaman neyi seçeceğimizi de seçemeyiz. Schopenhauer'un da dediği gibi "İstediğimizi yapabiliriz ama neyi istediğimizi seçemeyiz.". Bu yüzden özgür iradeye sahip olduğumuzu söyleyemeyiz. Yani yapacağın her şeyi yapmak zorunda olduğun için yaptın ve yapıyorsun, çünkü başka türlüsü olamazdı, tecrübe ettiğin iyi veya kötü her şey olması gerektiği için oldu çünkü başka şekilde olsaydı, başka şekilde olurdu, sana olacak her şey de olmak zorunda olduğu için olacak...
Burada masadan, sandalyeden, duvardan ne farkım var o zaman diye düşünebilirsin, haklısın, ben de düşündüm. Düşünmüyorsan da boş bilgi olarak benim de düşünmüş olduğunu öğrendin, yapcak bir şey yok... Şöyle bir cevap buldum, bizim farkımız farkında olmamız. Bu, bulunduğumuz konum itibariyle ne iyi bir şey ne de kötü bir şey, nereden tutarsan artık... İyi bir şey çünkü sürece hakimsin, bilgi beraberinde mutluluk getirir, çünkü belirsizlik yaşanmaz. Yaşanırsa da bilgelik ile çözüm üretmek cahilce katlanmaktan daha kolay ve rahattır. Kötü, çünkü hissetmek diye bir illüzyon var. Burada acı, ağrı, üzülmek, mutlu olmak, sevinmek, her şey var...
Bunun zorunlu bir süreç olduğunu, seve seve senaryoda ilerlemen gerektiğini ve ne yaparsan yap bu senaryoyu bozamayacağını, bozmak için yapacağın şeylerin de bu senaryonun bir parçası olduğunu bil. Bundan kurtulmak için kendine zarar vereceksen emin ol o da senaryonun bir parçası, öyle yapman gerekiyordu, çünkü düşüncelerin seni bunu yapmaya itti ve engelleyecek baskın düşüncenin olmaması buna fırsat tanıdı. Dolayısıyla yine bozamamış olursun... Ya da hiçbir şey yapmadan yatmak, bakalım ne olacak demek... Burada yapılabilecek en mantıklı olduğunu düşündüğüm şey bunu unutmak, sanki böyle değilmiş gibi, bu mantıksız ve saçmaymış gibi yaşamak... Sanki bir şeyleri değiştirebilecekmiş gibi yaşamak, daha iyi yapabilirmişim, benim elimdeymiş gibi. Nitekim kısmen de öyle zaten... Döngünün bilinçli zihinlerimizce yaşandığı süre boyunca bunun farkında olup içselleştirirsek bir şeylerin nedenini, nasılını bilirsek en azından gerçek kalmış oluruz. Öyle ya da böyle, şu an buradasın, her anlamda...