Peşimi bırakmayan yalnızlık, damarlarımda dolaşan ağır bir sıvı gibi, her dakika nabzımı daha da yavaşlatıyor. Yalnızlık değil, yalnız olmamama rağmen yalnız hissetmek… Bu, içimde büyüyen zehirli bir kist artık. Bazı saatler kendime rastlamıyorum. Karşımda duran yabancı, ben değilim.
Çalışmayı sevmiyorum. Yazmayı… Daha da az. Ama günün sonunda, hayatımın her yanına yapışmış bu iki eylemle buluyorum kendimi. Peki neden? Delirdim mi? Yoksa delirmemek için mi bu meşguliyet? Kendi içimde bir kaosa sığınmak mı? Düşünmemek için. Sayıklamamak için. Kendi sesime katlanmamak için.
İçimdeki tüy yumağını kusmaya çalıştıkça daha çok yuttum. Çıkacak yer bulamayan her şey içime çivilendi. Ve ben oldular. Benliğim bir hatalar mezarlığı. Pişmanlıklar, yanlış seçimler, yanlış insanlar... Arada, belki bir doğru. Ama doğruların sesi o kadar cılız ki, hiçbir yankı yaratamıyor. Beni oluşturan hatalarım. Kendimi aradığımda bulduğum tek şey, parçalanmış kimlikler. Hangi ben? Hangisi gerçek?
Nefes almak her geçen gün biraz daha imkânsız hale geliyor. Sonunda derin bir nefes aldım ve bir hata daha yapmaya karar verdim. Ama bu hata diğerlerinden farklıydı. Bu, beni ben yapmayan, benden çalan bir hataydı. Hata'nın gözlerine baktım saatlerce. Güldüm. O da güldü, ama gözlerinde hep bir tedirginlik. Bir çift eli vardı, sımsıcak ama her dokunuşunda yakan bir ateş gibi. En güzel kokan hatalardan biriydi. Yanımdaydı, ama asla tam benimle değildi.
Nefeslerimizi paylaştık. Adımlarımızı birbirine bağladık. Ve ben, ömür boyu bu hatayı yaşamak istedim. Çünkü bu hata, tüm hatalarımı doğruya çevirecek kadar büyüktü. Beni hissiz, buz gibi, taşlaşmış bir ceset haline getirse bile... İlk kez bu kadar canlı hissettim.
Başa döndüm. Her şeyi yeniden yazdım. En büyük hatam, artık en doğrum oldu. Ve bu doğru, sonunda beni öldürse bile, ölmeyi hak ettiren tek şeydi.